Eskiden bir çay içmek için komşuya uğrardık, şimdi komşunun ne yaptığını Instagram hikâyesinden öğreniyoruz. Oysa çayın buharı ekrandan çıkmıyor, kahkaha da kalpten değil artık… Emojilerle gülüyoruz, GIF’lerle teselli ediyoruz. Ama içten bir “nasılsın?”ı, göz temasıyla söylenen bir “iyi ki varsın”ı bulamıyoruz.
Telefonun ekranı gözümüzün içine bakıyor da, biz birbirimizin gözünün içine bakamıyoruz artık.
Dijitalleşmek iyi hoş; işleri kolaylaştırıyor, bilgiye anında ulaştırıyor, uzakları yakın ediyor. Ama insan sıcaklığını da bir yere saklıyor gibi sanki. Hepimiz aynı anda her yerdeyiz ama bir türlü tam anlamıyla birbirimizin yanında olamıyoruz.
Bir arkadaşımız dert anlattığında eskiden omzumuza yaslanırdı. Şimdi o derdi WhatsApp’tan sesli mesaj olarak atıyor. Biz de “canımsın” deyip geçiyoruz. Peki o “can” gerçekten anlaşılıyor mu, yoksa sadece otomatik bir cevap mı oldu artık?
Şöyle bir düşünün: En son bir arkadaşınızın yüzüne bakarak, sessizce dinlediniz mi onu? Ya da hiç susup birlikte yürüdünüz mü, telefonsuz? Çoğumuzun cevabı “vakit yok”, “yoğunluk var”, “iş güç”… Ama gerçek şu ki, vaktimiz yok değil; önceliklerimiz değişti.
Sosyal medyada yüzlerce arkadaşımız var ama çoğumuz geceleri yalnız uyuyoruz. Kalabalıklar içindeki bu yalnızlık, dijital çağın en büyük çelişkilerinden biri belki de. Çünkü bağ kurmak, beğenmekle olmuyor. Gerçek bağ, göz temasında, aynı masada oturmakta, birlikte susabilmekte…
Peki ne yapmalı?
Yazıyı sadece bir serzenişle bitirmek istemem. Küçük adımlar belki büyük değişiklikler yaratır:
Bazen telefonu bir kenara bırak, karşındaki insana sadece bak. Dinle ama gerçekten dinle.
“Nasılsın?” sorusunu otomatik değil, yürekten sor.
Göz teması kurmaktan çekinme. Orada bir ruh var, unutmamak gerek.
Ve en önemlisi, dijital değil, gerçek dostluklar kurmaya çalış. Kahveni ekran karşısında değil, bir dostla aynı masada iç.
Çünkü insan, insanla tamam olur.
Ve hiçbir ekran, bir çift samimi gözün yerini tutamaz.

Yorumlar